Herkese Yeniden Merhaba,
İki Yolcu’nun son durağı Amsterdamdı. Yaklaşık üç buçuk seneden sonra en nihayet üç haftalık izin alabildim ve bir buçuk senedir uğrayamadığımız güzel İzmirimize ve ailelerimize kavuşabildik. Bu üç haftalık İzmir seyahatinde Hem Yunanistan’ın Sakız Adası’nı ve hem de Hollanda’nın çok beğendiğimiz şehri Amsterdam’ı kısa da olsa ziyaret etme şansını yakaladık.
Bildiğiniz gibi Amsterdam Hollanda’nın en büyük ve en popüler şehri. Bir çoğunuz mutlaka görmüşsünüzdür bu yüzden şehir hakkında çok fazla detaya girmeden neler yaşadığımızı ve kişisel tavsiyelerimizi sizlere aktarıcaz.
Ben Ece’ye göre Avrupa konusunda çok tecrübesizim. Bu Ece’nin Amsterdam’ı üçüncü ziyaretiydi. Fakat uzun sürden sonra yeniden gördüğü için şehri beraber ilk defa görüyormuşçasına keşfettik. 3 gün boyunca her yeri gezmeye çalıştık. İzmir’den İstanbul aktarmalı gidilebiliyor Amsterdam’a. Havaalanına iner inmez hemen gözlerimiz treni aradı. Amsterdam havaalanının adı Schipol. Buradan şehir merkezine yani Amsterdam Centraal adlı tren istasyonuna hızlı trenler ile yaklaşık 20 dakikada ulaşabilmek mümkün.
Tren istasyonundan çıkar çıkmaz kocaman klasik Avrupa meydanlarından biri ile karılaşmak beni açıkçası etkiledi. Dediğim gibi Avrupa konusunda tecrübesizim ve Hollanda, ziyaret ettiğim ikinci ülke Avrupa sınırları içerisinde. 13 sene önce en son Paris’i görmüştüm ailem ile birlikte.
Hava biraz soğuktu. New Jersey’nin soğuğuna alışkın olduğumuz için negatif bir etki yaratmadı bizde. Otelimiz Swissotel ünlü Dam Meydanı’nda olduğu için istasyondan yürüyerek 10 dakikada ulaştık. Yeri son derece merkezi, gezilebilicek en güzel yerlere çok yakın ve fiyatı son derece uygun. Uygun olmasının sebebi ise uçak biletleri ve konaklamayı bir tatil paketi içerisinde http://www.orbtiz.com’dan almış olmamız. Orbitz gibi bir çok site mevcut. Bazen http://www.hotwire.com’dan bazen http://www.priceline.com’dan uygun paketler bulabilmek mümkün.
Otele yerleşir yerleşmez büyük bir heyecanla coffeshopların yani otun yasal olarak içilebildiği keyifli mekanların yolunu tuttuk. Bizim otel Green House Coffeeshop’a çok yakındı ve hemen girdik kapısından içeri. Yoğun bir ot kokusu ve gülen yüzler, içerisi sıcacık. Herkes keyifli. Muhabbet son derece güzel. İlk coffeeshop tecrübemiz olduğu için biraz gerginiz ama olsun diyoruz ve otlar ile ilgilenen arkadaşa hemen sorularımızı soruyoruz. 3 günlük vaktimiz olduğu için, kafamızın çok iyi olmasını istemiyoruz diyoruz lütfen bize şöyle 2-3 kahkaha attırıcak hafif bir ot verir misiniz diye soruyoruz. Arkadaş hemen yardımcı oluyor ve bize Flowerbomb Kush adlı ottan denememizi öneriyor.
- Greenhouse Coffeeshop Centrum
Andiva kökenli bir ot. Tabi biz Andiva mı Sativa mı olduğunu daha sonradan araştırıp öğreniyoruz ki Andiva sizi yattığınız yere bağlayan son derece ağır ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafasını yaşatan bir ot. Televizyonun karşısında otun etksinin geçmesini bekleyip mayışmış bir şekilde yatıyorsunuz.
Amsterdam’da satılan otlar benim şu ana kadar denediğim otların hiç birine benzemiyor. Gerçekten kaliteli. Kaliteli derken ağır ve içerken dikkatli olunması gereken otlar. Kafanızı çok ağırlaştırabildiği gibi, sativa kökenli otlar sizi kahkaha krizine sokup başka boyutlara geçmenizi sağlayabiliyor. 3 gün içerisinde hem Hash hem de çeşitli Weedler denedik. Benim tavsiyem biraz daha hafif olması ve gezip görme işine mani olmayacak ot çeşidi olan Hash. Kil gibi. Türkiye’de Kubar olarak da adlandırılır. Hash Weed’e göre daha hafif. Enerjiniz gitmiyor, kafanız çok ağırlaşmıyor. 2-3 nefes almanız yeterli. Tabi bu herkesde farklı etkilere yol açtığı için yani kişiden kişiye etkisi değiştiği için kesin bir şey söylemek yanlış olur. Bunlar tamamen kişisel tecrübeler.
Fakat bu konudaki en tecrübeli arkadaştan en tecrübesizine aynı etkiyi yaratıp kahkaha krizine sokup sonra da çoook ağır kafalar yaşatan bir ot var ki bunu sizinle paylaşmak özellikle isterim. Adı Super Lemon Haze. Bu ot arkadaşlar, piyasada satılan Amnesia, Jack Herrer kadar popüler ve en az onlar kadar kaliteli. Ben en son günün akşamında özellikle otele döneceğimiz vakit bu ottan denemek istedim çünkü biliyorum etkisinin çok ağır olucağını ve oldu da. Bir kere hayatımda içtiğim en lezzetli ot. Mandalin, portakal ve limon tadı ve kokusu her yeri sarıyor. Sadece 6 defa tüttürmem bana fazlasıyla yetti ve sonucunda saatlerce süren kahkahalar ve keyifli anlar.. Çok detaya gerek yok. Gidip içersiniz. Sağlığınıza dikkat etmenizi, eğer mutlaka denemek istiyorsanız da çok fazla içmemenizi öneririm. Bunlar bizim denemek istediğimiz şeylerdi. Kesinlikle tavsiye ediyoruz veya etmiyoruz gibi bir amacımız yok. Unutmayın Amsterdam’da satılan otlar çok kuvvetli. Hele Green House, Dumpkring, Bulldog gibi ünlü ve kaliteli yerlerde satılan otlar çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın tabiri ile daha bir ayarlı:) İçerken dikkat etmekte fayda var.
Amsterdam’a gitmişken mantar yemeden olmaz. Mantar dediğim Magic Mushroom fakat 2007 yılında turist bir fransız genç kızın kendisini köprüden atması sonucu her yerde satışı ve yetiştirilmesi yasaklanmış. Fakat mantar benzeri Truffle yani trüflerin yetiştiriciliği ve satışı yasal. Truffle veya ot ile alakalı envai çeşit şeyi Smart Shop veya Head Shop dedikleri dükanlardan temin edebilmeniz mümkün. Ben türüf yemeden önce iyice araştırdım. Artık olayın boyutu o kadar komik ki dükkanlar vitrinlerinde hangi türüfün ne etki yarattığını, halüsilasyon görme derecelerini ve etkilerini anlatıyorlar. Çabuk etki etmesi ve daha sağlıklı bir trip yaşamak istiyorsanız aç karnına içilmesi gerekir diye sizleri zaten bilgilendiriyorlar. Arkadaşlar bunlar Amsterdam’da yasal, kesinlikle şehir ve ülke dışında yasal olan şeyler değil. Lütfen bunlara dikkat edin. Sağlığınıza güveniyorsanız deneyin. Daha önceden de belirttiğimiz gibi bunlar sadece kişisel tecrübeler.
Ben de ikinci gün aç karnına Amsterdam’ın bir başka turistik yeri olan Leidseplein adlı bölgede Azarius adlı bir dükkandan temin ediyorum bu sihirli trüflerden. Dükkanda bizi çok sıcakkanlı bir kız karşıladı. Her türlü sorumuza içtenlikle cevap verdi. Ben en hafifinden denemek istedim. Malum ilk defa denediğim için en ağırını yemek istemedim.
Denediğim trüfün adı Inner Visions şirketinin yetiştirdiği Mexicana. Bu türüfü ilk defa yiyecek olan turistlere öneriyorlar. Doğa içerisinde, kalabalığa karışmadan sakin bir yerde etkisini yaşamanızı tavsiye ediyorlar ki bence sonuna kadar haklılar. Bunu yedikten sonra kalabalıkta dolaşmayın. İlk önce yarısını suyla birlikte çiğneyip yutun. Yarım saat sonra da diğer yarısını. Kafanızı sakin bir yere sokun. Gerekiz paranoyalar ve huzursuzluk yaşayarak tatilinizi mahvedebilirsiniz. Sonuçta trüf deyip geçmeyin. Çeşitli komik halüsinasyonlar yaşattığı gibi, dünyayı algılayışınız tamamen değişip, hassasiyetiniz artabiliyor. Soğuk olduğu için maalesef Vondelpark’da oturamadık ve ben otelde yemeyi tercih ettim. Yaşadığım şeyleri anlatmak istemiyorum çünkü amacımız yazımızı okuyanları bu tip şeylere imrendirmek veya bunlardan tamamen soğutmak değil. Değişik şeyleri tecrübe edinmeyi seviyoranız denemenizi tavsiye ederim. Tehlikeli şeyler değil sonuçta yasal ve sağlık bakanlığının kontrolü altında herşey. Fakat dediğim gibi kişiden kişiye etkisi değişebilir.
Keyif verici maddeler(!) kuşağımızın son durağı Space Cake yani otlu kek. Brownie gibi düşünün. Tatlı ama ağzınıza ot tadı da geliyor. Aç karnına yerseniz etkisini daha çabuk gösteriyor. Ben en son gün kahvaltıdan sonra yemeyi tercih ettim ve etkisini 3-4 saat sonra gösterdi. Bunun da etkisi bir hayli ağırdı. Etkisi, denediğimiz otlar ile hemen hemen aynıydı. Baba adlı coffeeshopdan aldım bu keki. Fiyatlar diğer coffeshoplara göre daha pahalı burda dikkat edin ama vakit geçirmesi eğlenceli bir yer. Son olarak sakın ot içerken alkol almayın. Tehlikeli ve rahatsız edici olabiliyor. Zaten coffeeshoplarda Bulldog’un Leidseplein şubesi dışında alkol satışı yasak. Dışarıda alkol içmek de yasak aklınızda olsun. Polis ot içenlere karışmıyor ama bira içenleri anında uyarıyor. Bir de otellerin çoğunda ot içmek yasak. Keyiflenip otunuzu sardıktan sonra sakın içmeye kalkmayın otel odanızda.
Amsterdam’da hangi coffeeshop olursa olsun içmeden veya denemeden önce ot kısmında çalışan bilir kişilere mutlaka danışın. Çekinmeyin. Ne istediğinizi, ne istemediğinizi bu kişilere anlatın. Size sonuna kadar yardımcı oluyorlar ve sorularınızı içtenlikle cevaplıyorlar. Unutmayın bu sizin turistik eğlenceniz fakat onların profesyonel işleri ve işlerini en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlar.
Amsterdam’daki bu açıklık, bu sosyal reform halkı ve şehri çok olumlu bir şekilde etkilemiş. İnsanlar son derece güleryüzlü ve saygılı. Her yerde her şey serbest fakat en ufak bir taşkınlık göremezsiniz. Görürseniz de ya Amerikalı ya da İngiliz ergen turistlerden görürsünüz. Halk durmadan bisiklete biniyor. Şehirlerini seviyorlar, sahip çıkıyorlar. Amsterdam’da bisiklet sayısı hemen hemen altıyüz bin. Aşağı yukarı şehrin nüfusu kadar. Bu insanlar ulaşım ihtiyaçlarını araba ile gidermek isteselerdi ki hespinin araba alabilicek ekonomik kapasiteye sahip olduklarını düşünüyorum, Amsterdam Manhattan gibi cehenneme benzeyebilirdi trafik ve kaos bakımından. Eksi derecelerde, soğukta yaşlısından gencine bisikilet sürenleri görüp de takdir etmemek elde değil. İnsanlar fit, mutlu ve güleryüzlü.
Amsterdam seks şehri. Fuhuşun reform yaptığı ve çeşitli formlarının olduğu bir şehir. Canlı seks şovlarından tutun, fuhuş evlerine, ünlü Red Light District içerisinde bulunan kişisel genel evlerde bedenlerini sergileyen kadınlardan tutun, full nude striptiz şovlarına Amsterdam yıllardır dünyanın en seksi şehri. Red Light District turistik bir yer. Hatta şehrin en ünlü bölgesi. Çeşitli restoranlar ve kafeler olduğu gibi bir çok genelevde bulmak mümkün. Kadınlar vitrinlerin içerisinde vücutlarını sergileyerek müşteri çekmeye çalışıyorlar. Seks 50 Euro’dan başlıyor ve tamamen yasal. Gerçi fuhuş bir çok Avrupa ülkesinde yasal ama burada iş artık şova dönüşmüş durumda. Dam Meydanı’na çok yakın Red Light. Zaten hemen sokaklarındaki kırmızı ışıklardan farkediyorsunuz o bölgeye geldiğinizi. Biz Live Sex Show yani çiftlerin canlı seks şovlarını merak etmiştik. Sex Palace denen bir yer var. Eğer böyle klübe girip içkili yemekli seks şovlarında vakit kaybetmeden hemen canlı seks izlemek istiyorsanız, kabinlere giriyorsunuz ve 2 euro atarak seks şovlarını izlemeye başlıyorsunuz. Ortada dönen bir yatakta sevişen bir çift izleme olanağınız oluyor. 2 Euro ile 2 daikia izleyebiliyorsunuz. Daha fazla izlemek isterseniz bir 2 Euro daha atıyorsunuz jeton deliğine. Camlar buğulanıyor süre bitince. Para atınca yeniden açılıyor. Yemekli, içkili daha profeyonel sex showlarına göz atmak isterseniz The Casarosso ve Moulin Rouge‘u görmenizi tavsiye ederim.
Amsterdam bir kanallar şehri. Şehir merkezi kanalların üstüne kurulu ve coğrafi yapı bir örümcek ağı gibi. Çıktığımız kanal turunda çok güzel evler gördük. Kanallarda suyun üstünde kurulu evler var. Fiyatlarının çok pahalı olduğunu söylediler. Değişik bir yaşam tarzı. Biz beğendik. Sizin de bu kanal turunu yapmanınızı öneririm. Yanyana dizilmiş tarihi kanal evleri arasında gezinmek çok güzel. Biz Leidseplein bölgesinden başladık turumuza. Tur şirketinin adı Blue Boat Company aklınızda olsun.
Bu arada Kalverstraat üzerinden ulaştığımız bir başka güzel turistik mekan olan Leidseplein’da müzelerin olduğu bölgede ünlü Van Gogh müzesini bulmak mümkün. Van Gogh’u gerçekten seviyorsanız ve eserlerini yakından takip ediyorsanız girin. Çünkü en ünlü eserleri maalesef New York’da Metropolitan Müzesi’nde sergileniyor uzun süredir. Sırf The Potato Eaters eserini görmek için bile girilebilir. 15 Euro kişi başı. Girişte en az yarım saat beklersiniz soğukta haberiniz olsun. Aynı zamanda Leidseplein’da güzel bir park olan Vondelpark var. Ne Central Park gibi görgüsüzcesine büyük ne de dağınık. İdeal, insanların rahatlaması için şehrin ortasına yapılmış güzel bir park. Yazın mutlaka daha güzel olur.
Leidseplein bölgesinde güzel gece kulüpleri ve çeşitli restoranlar var. Amsterdam’da iki sene yaşamış olan arkadaşım Levent bize bir restoran önerdi ki aman aman. Kemikli et yemeyi sevmememe rağmen hayatımda yediğim en lezetli kaburgayı ve eti burda yedğimi söylemeliyim. Mutlaka ama mutlaka gidip bir kaburga yani rib yemenizi tavsiye ederim. Restoranın adı Café De Klos. Leidseplein bölgesinde. Öğleden sonra 4 ile gece 11’e kadar açık unutmayın. Etleri çok taze. Girişinde sıra olan sıradan bir apartman önü görürseniz o Café De Klos dur mutlaka. Kesinlike farkedilmeyecek, gösterişsiz ve küçük bir girişi olan ufak tefek bir fransız restoranı. İçi eski, ışıklandırma harika ve ortasında güzel bir bar var. Etrafında oturup millet barbarlar gibi etini yiyiyor birasını içiyor. Kendinizi orta çağda, Asterix çizgi filmindeki gibi kocaman dev butları götürürken buluyorsunuz. Bizim favormiz kesinlikle rib ve veal antricot. Bunun dışında Levent bize Escargot yani salyangoz yememizi tavsiye etti ve ekledi tadı İskender gibi mutlaka yiyin dedi. Gittik yedik ve tadı gerçekten İskender gibi. Harika bir tereyağ gölünün içinde mantar misali 7-8 tane salyangoz ve tadları müthiş. Gözünüzü kapatsalar ve size tattırsalar kesin iskender dersiniz. Mutlaka deneyin.
Amsterdam bir mayonezler ve kremalar şehri. Peynirler şehri ayrıca. Gouda peynirini çok sevmesem de bir kaç lezzetli peynir tatma imkanımız oldu. Fakat mayonezi ve kreması bambaşka arkadaşlar mutaka tadın. Amsterdam ayrıca ve ayrıca tatlı konusunda boyut atlamış bir şehir. İnsanlar otu içtikten sonra karınları acıkıyor ve tatlılara saldırıyor. Tatlıcılar da durumun farkında ve her yerde ayrı ayrı güzel tatlıcılar bulmak mümkün. Bizim otelin önü zaten pazar yeri gibiydi. Yan yana tatlıcılar. Bizim favorimiz Toffee Waffle oldu. İncecik bir waffle düşünün ve içinde Toffee karameli var ve sıcacık çıtır çıtır. Anında gidiyor. Dikkatli yemek lazım. Normal wafflelar da harika.
Amsterdam’da her şey lezzetli. Çeşitli dünya mutfakları bu şehirde buluşmuş ve güzel yemek yapıyorlar. Bir başka Amsterdam klasiği olan patates kızartmasını denedik. Bildiğiniz patates kızartması ama üstünde çeşit çeşit lezzetli soslar eşliğinde, soğukta donarken hapur hupur miğdeye indiriliyor. Her yerde bu patateslerden bulabilirsiniz fakat herkesin dilinden düşürmediği bir patatesçi var adı Vlaams Fritheshuis Vleminckx. Biz gidemedik vaktimiz olmadı. Siz gidin deneyin derim. Sosları çok güzelmiş diğerlerinden daha iyiymiş diyorlar. Bizim favori soslarımız Klasik Amsterdam mayonezi ve körili Joppiesaus.
Gezdiğimiz ve yaşadığımız yerler ile karşılaştırınca bize göre Amsterdam fiyat bakımından bir çok yerden daha ucuz. Yemek, eğlence, giyim kuşam çok daha uygun. New York ile karşılaştırıyoruz veya New Jersey ile, Amsterdam daha ucuz geliyor bize. Verilen hizmet, görülen ve yaşanılan şeylerin değeri ve buna verilen para NY ve NJ ile karşılaştırınca daha az. Maalesef dil büyük bir sorun. Hani kıyısından köşesinden bir şey anlamak mümkün değil. Flemenkçe oldukça farklı bir dil yapısı. Fakat herkes İngilizceyi gayet rahat konuşabildiği için herhangi bir sıkıntı yaşanılmaz turist olarak gezilicek ise. Fakat yaşamak gerekirse dil biraz sıkıntı yaratabilir.
Biz Amsterdam’ı çok sevdik. Hayatımda daha önceden neden görmediğimi sorgulatan şehirlerden biri oldu Amsterdam benim için. Bir daha olsa bir daha gideriz. 10 defa olsa 10 defa daha gideriz. Planladığımız büyük Avrupa turunun içine yine bu şehri katıcağımıza hiç şüphe yok. AyrıcaTürkiye’ye yakınlığından dolayı da şöyle 2-3 sene keyifli bir yaşam isterim bu şehirde. Sevimsiz Kuzey Yarım Küre’de ve klişe Batı dünyasında hayatın değişik aktığı ender yerlerden biri Amsterdam. Gidin, görün ve yaşayın.
New Jersey denen iğrençlik ötesi yerde sıkıntıdan gebermek üzere olduğumuz bir vakitte bu şehri görmek çok iyi geldi bize. İyi oldu ki en azından vizyonumuz biraz daha gelişti. İyi oldu ki en azından hayatın New Jersey’de yaşananı kadar sıkıcı olmadığını hatırladık bir kez daha. İnsan bu New Jersey denen saçmasapan yere mahsur kalınca, hayattan tüm umudunu kesiyor maalesef. İnsan sanki her yerde hayat bu kadar sıkıcı ve renksiz diye düşünmeye başlıyoristemeden de olsa ama hiç öyle değil. Hayat çok güzel ve aynı zamanda çok kısa New Jersey’de yaşamak için.
Kafamız genelde hep güzel olduğu için şehirin olumsuz yönlerini göremedik çok da iyi oldu. Varsa da zaten veya eğer görücek gibi olursanız, hemen girin bir coffeeshopa, soluklanın ve bir ot yakın. Sonra güzel güzel gezin Amsterdam sokaklarını..
Şimdiden iyi eğlenceler.
ECE & HAKAN